Gözümde bir heves. Burnumun ucundan süzülüp dudaklarıma yerleşen tebessüm aslında bir alay.. İnsanoğlu böyle işte. Oturur ve gözünü diker birşeye-birine-biryere... Kalkıp peşinden gitmeye ya üşenir ya da aklına bile getirmez. Uçan balonun öylece boşlukta uçmadan, kıpırtısız durmasıdır aslında insanın durağanlığı. Fizik kurallarına aykırdır yani... Bir balon, gerekli herşey varken niye uçmaz ki değil mi...
Şu aralar hayatın ne kadar kısa olduğu hatırlıyorum sürekli. Ya da sürekli hayatın ne kadar kısa olduğu gerçeğiyle yaşıyorken arada kaygısız-mutlu-huzurlu anlar da olabileceğini hatırlıyorum demek daha doğru olabilir.
Ayna'daki yüzüm, ev arkadaşım varmış da, banyoda karşılaşmışız hissiyatı veriyor bazen. Bu zamanlarda kendimi net görebilmek, nelere muktedir olduğumu-olabileceğimi hatırlamak için 'pause' tuşuna basıp yayını durduruyorum. Bazen de hiçkimsenin farketmediği bir şakaya kurnaz kurnaz bir ben gülüyormuşum gibi geliyor.
Hayat düşünenlerin değil hareket edenlerin peşinden koşuyor. Bense bazen oturup, bazen maraton koşuyorum... Bazen de herşeyi boşverip yağmur yağsın da tekneyle balığa çıkayım diye hayal kuruyorum. Ama güzel olan ne biliyor musunuz... Yağmur yağmasa da o balığı tutabilmek. Uzun lafın kısası zaman öyle kıçınızın üzerine oturmakla sözde! güvenli geçeceğine dışarı çıkmak lazım, gülümsemek lazım, yanlış yapmak lazım, azla yetinmek, bazen de dilenci gibi girdiğiniz balodan prenses olarak çıkmak lazım...
Uçan balon misali süzülüp hafiflemek lazım..
Bu post da şimdiye kadar buraya yazdığım en karmaşık yazı oldu. Aferin bana :)
0 comments:
Post a Comment