This is default featured slide 1 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 2 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 3 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 4 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 5 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

Monday, October 31, 2011

Freud'un Pos Bıyığı adına ! Ağlatan Oyuncaklar...

Hiç affetmem....Oturur ağlarım ben bunların başında... Freud olsa -Hımmm çocukluğunda yeterince oyuncağı olmamış garibimin diyerek bana teşhis koyardı kesin. Ama üzgünüm Freudcan.. Çocukluğum dolu dolu geçti benim. Bir rivayete göre ben bebekken o kadar güzelmişim ki (bak bak yalana bak :) komşular falan anneme balkondan senin kızı bir getir de görelim diye rica ederlermiş. Babam işten gelince beşiğimin önüne oturur uyansın da sevelim diye burnumu falan sıkarlarmış.. (Bu kısım biraz sakat itiraf ediyorum:)

Haftasonu biraz oyuncakçı gezdimde.. Plushdoll'larla Bumblebeeler elele kolkola ne pozlar verdiler de tuttum kendimi...



Demekki neymiş? Uyuyan çocuğu dürtüp dürtüp sevelim diye uyandırırsanız çocuk güzellik uykusunu alamaz, beyni kendi hayal dünyasını kendi inşaa eder. Sonra eli satırlı bıçaklı  Jasonlara, Fredylere, poposu ponponlu fetiş oyuncaklara yelken açar :)

Saturday, October 22, 2011

Don Abondon Alice...

Buz tene temas edince... İnsan ağlamak ister de kanı donar ya. Öyle bir şey işte...

Wednesday, October 19, 2011

Sanal Alem ID Kartı'nın Kontörü Bitenler...



Bazen görmek istemem... Etrafımdaki insanların toprağın çağrısıyla yaşayan gerçekler olduğunu, kırılan bir bardağın elimi kesince kanatacağını, çamaşır makinasında çeken en sevdiğim kazağın bir daha eskisi gibi olmayacağını veya hayatın, viraja 150 ile giren Bostancı dolmuş şöförü gibi hınzır bir tombalacı olduğu gerçeğini görmeyi reddederim.

Sanal alemlerde yaşayabildiğim zamanlar en kıymetlisidir. Kitaplarımı, filmlerimi veya müziklerimi atarım omzuma. Konuşulanları duymam ama dudak okurum. Anlarmış gibi yaparım. Kamufle olurum. Mış gibi yaparım.
Başarırım da...
Hep soruyorum kendime, böyle hayalperest olmak mı daha iyi yoksa biraz ağrlık mı almak lazım balona diye. Henüz ben beni kaale alıp bir cevap vermedi :)

Hep sanal ID'min kontörü biterken tekler benim ulaşımım. Sıkışırım olduğum perona. Hayatımı sorgular kendimi yargılarım. Sonra gider bir masal bulurum kendime. İçine yerleşir mutlu olurum...

Masallarınız varsa şanslısınız. Kontörleri boşa harcamayın:)

Monday, October 17, 2011

H.sonu Pazartesiye Sarkarsa...

Bünye uykuya, dansa veya disco topuna doymamış...doyamamışsa...



Aralıksız 4 saat dansedebildiğim günler var benim ya...

Friday, October 14, 2011

Amsterdam.. We have a Problem !

Canım banane Apollo 13'den. Ben yılın ikinci büyük adımını 20 güne kadar atıyorum. Bayram tatili rotam 5 Kasım'dan itibaren  Brüksel-->Amsterdam-->Paris ve 12 Kasım'da yuvaya dönüş. Tabi önceden araştırmalar yapıldı. Nerede bit pazarı var, hangi günler/saatlerde açık, vintage alışveriş nereden yapılır, alışveriş yapılabilir mağazlar nelerdir vs vs...(Müzelere henüz bakmadım. İtiraf ediyorum. Tatil planlarıma bit pazarları yön veriyor:)

Ama bir sorunumuz var ki belli bir nakit akışı sağlamak şart. Tasarruf önlemlerim devreye girdi. Ofise giderken araba kullanılmıyor, taksi yerine toplu taşıma tercih ediliyor, dışarıda az evde fazla yeniyor, mağaza vitrinlerinden uzak duruluyor (Şeyy aslında sadece almazsam inme inebilecek cicileri alıyorum). Bunaldığımda da -bak bekliyorsun ama bunlar için! turları atılıyor. İnternette geziniliyor. 

Amsterdam'ın bilinen mağazası V&D bu amaçla epeyce ziyaret ettiğim bir site oldu. Alınacaklar, Alınsa iyi olacaklar, Hiçbir işe yaramaz ama al gitsinler şeklinde birkaç katagori oluşturdum kendimce.




Hatta heves bünyeye sığmaz taşar oldu. Ofis bilgisayarımda üç şehrin hava durumunu hassasiyetle takip ediyorum. Sıklıkla hayali bavul toplama işlemleri gerçekleştiriyorum.. 


Hadi bakalım...

Thursday, October 13, 2011

Yağmur Kafa (Beware "IT" !)

Duş alırken duş başlığının tam merkezine bakmakla,  doğrudan güneşe bakmak arasında bir fark yok. İkisi de yapılamıyor. Ama Visteria Lane'in arka sokaklarında veya Gotham'ın makul düzeyde güvenli bir çıkmazında böyle bir havada sokağın ortasına uzanasım var. Kocaman ve sonu görünmeyen bir karanlıktan üzerime su yağarken her bir damlanın görüş alanıma girdiği yeri bulmaya çalışmak (ama bunu yaparken hiç üşümemek) ilginç olurdu.  Tabi yakın bir mazgaldan pamuk helva kokusu ve cocuk kahkahaları gelmediği sürece. Aman sakın balon da olmasın... :)

Anlayan anladı...

Wednesday, October 12, 2011

Kralın Yolu_2

89 $

OneKingsLane sitesindeki vintage mobilya ve aksesuar satışlarından bahsetmiştim ya... Ev döşemeye devam. Bu sefer ev ekonomisine katkı misali fiyatlarını da fikir sahibi olmanız için ekliyorum. Bu şekilde ben hem fikir hem sinir sahibi oldum... Size olmaması temennisiyle...
35 $
399 $
25 $
159 $
2.589 $
2.659 $

 659 $
 Şarap taşımak için 12 $

25 $
Baby Jaguar  (^.^)/
Kawaiiii

Wednesday, October 5, 2011

Paris Gezi Notları_Sokaklar, Vitrinler, İnsanlar...

Metro'daki müze afişi.

Şu an "Yeni Türk Ticaret Kanunu'nun Fikri Mülkiyet Hakları ile İlişkisi" başlıklı bir seminerin başlamasını bekliyorum. Sıvı nitrojen tadındaki bu faaliyet öncesi student wifisinden yararlanarak (bu yaşta hala studentim ya maşallah :) bir Paris postu yapayım dedim.

Bir şehre karakter veren şeyler aslında müzeler, büyük alışveriş merkezleri veya metro ağı değil. Asıl kişilik izleri ayrıntılarda gizli. Köşe başını döndüğünüzde karşınıza çıkan manzara, kilisenin tenha bir koridorunda yakılmış bir avuç mum, çıkmaz bir sokakta duvarda gördüğünüz graffitiler, metro durağında incelediğiniz tiyatro afişleri, sokak cafesinde küçük oğlunun ağzındaki çukulata lekesini silen anne, yakışıklı bir adamın gülümseyerek paket yaptığı llimonlu keki satın aldığınız ve sokağı hatırlayamadığınızdan bir türlü tekrar gidemediğiniz patisserie... :)

 
Duvarları boş bırakmayı sevmiyor galiba Fransızlar.. 

Sacre Coeur -Beyaz Kilise

 Kilisenin önünde arp çalan beyefendi..Yorumsuzum..

 Montmarte bölgesi Paris'in entellektüelleriyle ve sokak ressamlarıyla ünlü bir yer. Meydanda turistlerin resimlerini yapan, tablolarını satan pek çok sanatçıyı resim yaparken izleyebilirsiniz.
Berenizi sevsinler Mösyö :)

 Bu arada ünlü Moulin Rouge'da bu bölgede. Otelimiz buraya 3dk yürüyüş mesafesindeydi. Gündüzleri kapı duvar olan bu tiyatro akşamları önünde uzuuun kuyrukların oluştuğu bir eğlence damarına dönüşüyor. Turistler Fransız kızlarının cancan dansını izleyeceğini sanıyor ama dansçıların çoğu amerikalı. Turist tuzağı, uzak durun derim :)

Paris'in Red Light Street'i olarak anılan Pigalle, Moulin Rouge ile başlayan  aslında oldukça kısa bir cadde. Çeşitli bloglarda -aman sakın tek başınıza, kız kıza gitmeyin, taciz edilirsiniz, kapkaçlara kem gözlere gelirsiniz! tarzı uyarılar okuduğumdan alarma geçip burayı es geçelim dedik. Tabi bu benim metro her Pigalle durağında durduğunda kaşınmama yol açtı. Sorup soruşturduk ki aslında sabaha karşı 2-3 gibi gidersek sıkıntılıymış. Akşam saatlerinde herkesin cafelerde yemek yediği, kırmızı neon ışıklı sex shopların dizi dizi sıralandığı küçük bir beyoğlu aslında. Hatta kalabalık bir japon kafilesinin peşine takılıp sex shop bile gezdik. (Sıkıcıydı) Tek uyarım olur: Girişi kadife perdelerle kapatılmış Video dükkanlarından uzak durun. Etrafındaki tipler biraz tuhaf ..

 Ayy köpüş ne tatlısın sen dedim. Demez olaydım. Parçalıyodu beni velet.

Kuaför vitrini..Cutie.

Haahaa. Bu çok komik. Metro bir duraktan kalkarken son dakikada bu bebişin puseti metronun kapısına sıkıştı. Annesi içerde, puset kapılar arasında, tren ise hareket etmeye başlamış bile. Oikuu'yla ben hemen fırladık. Ben kapıyı tuttum, O puseti çekti. Sonunda bebişi kapandan kurtardık. Ama vagondaki bir allahın kulu kılını kıpırdatmak şöyle dursun dönüp bakmadı bile. Buna anne de dahil. Türkiye de olsa o anda 3 teyze -Çocuk kaldı-Çocuk kaldı-Çocuk sıkıştıııı Şöferrrr- diye cıyak cıyak bağarır, Anne -yavrumm diye ağıta başlar, gençler kapıya 10 kaplan gücünde atlar, geri kalan vagon ahalisi Ayyy ay ay ayyyy diye senkronik sesler çıkarırdı. Sizi bilmem ama ben T.C. uygulamasını daha bi seviyorum. Öleceksem soğukluktan değil sevecenlikten, insanlıktan öleyim.

Paris postları devam edecek..