Metro'daki müze afişi.
Şu an "Yeni Türk Ticaret Kanunu'nun Fikri Mülkiyet Hakları ile İlişkisi" başlıklı bir seminerin başlamasını bekliyorum. Sıvı nitrojen tadındaki bu faaliyet öncesi student wifisinden yararlanarak (bu yaşta hala studentim ya maşallah :) bir Paris postu yapayım dedim.
Bir şehre karakter veren şeyler aslında müzeler, büyük alışveriş merkezleri veya metro ağı değil. Asıl kişilik izleri ayrıntılarda gizli. Köşe başını döndüğünüzde karşınıza çıkan manzara, kilisenin tenha bir koridorunda yakılmış bir avuç mum, çıkmaz bir sokakta duvarda gördüğünüz graffitiler, metro durağında incelediğiniz tiyatro afişleri, sokak cafesinde küçük oğlunun ağzındaki çukulata lekesini silen anne, yakışıklı bir adamın gülümseyerek paket yaptığı llimonlu keki satın aldığınız ve sokağı hatırlayamadığınızdan bir türlü tekrar gidemediğiniz patisserie... :)
Duvarları boş bırakmayı sevmiyor galiba Fransızlar..
Sacre Coeur -Beyaz Kilise
Kilisenin önünde arp çalan beyefendi..Yorumsuzum..
Montmarte bölgesi Paris'in entellektüelleriyle ve sokak ressamlarıyla ünlü bir yer. Meydanda turistlerin resimlerini yapan, tablolarını satan pek çok sanatçıyı resim yaparken izleyebilirsiniz.
Berenizi sevsinler Mösyö :)
Bu arada ünlü Moulin Rouge'da bu bölgede. Otelimiz buraya 3dk yürüyüş mesafesindeydi. Gündüzleri kapı duvar olan bu tiyatro akşamları önünde uzuuun kuyrukların oluştuğu bir eğlence damarına dönüşüyor. Turistler Fransız kızlarının cancan dansını izleyeceğini sanıyor ama dansçıların çoğu amerikalı. Turist tuzağı, uzak durun derim :)
Paris'in Red Light Street'i olarak anılan Pigalle, Moulin Rouge ile başlayan aslında oldukça kısa bir cadde. Çeşitli bloglarda -aman sakın tek başınıza, kız kıza gitmeyin, taciz edilirsiniz, kapkaçlara kem gözlere gelirsiniz! tarzı uyarılar okuduğumdan alarma geçip burayı es geçelim dedik. Tabi bu benim metro her Pigalle durağında durduğunda kaşınmama yol açtı. Sorup soruşturduk ki aslında sabaha karşı 2-3 gibi gidersek sıkıntılıymış. Akşam saatlerinde herkesin cafelerde yemek yediği, kırmızı neon ışıklı sex shopların dizi dizi sıralandığı küçük bir beyoğlu aslında. Hatta kalabalık bir japon kafilesinin peşine takılıp sex shop bile gezdik. (Sıkıcıydı) Tek uyarım olur: Girişi kadife perdelerle kapatılmış Video dükkanlarından uzak durun. Etrafındaki tipler biraz tuhaf ..
Ayy köpüş ne tatlısın sen dedim. Demez olaydım. Parçalıyodu beni velet.
Kuaför vitrini..Cutie.
Haahaa. Bu çok komik. Metro bir duraktan kalkarken son dakikada bu bebişin puseti metronun kapısına sıkıştı. Annesi içerde, puset kapılar arasında, tren ise hareket etmeye başlamış bile. Oikuu'yla ben hemen fırladık. Ben kapıyı tuttum, O puseti çekti. Sonunda bebişi kapandan kurtardık. Ama vagondaki bir allahın kulu kılını kıpırdatmak şöyle dursun dönüp bakmadı bile. Buna anne de dahil. Türkiye de olsa o anda 3 teyze -Çocuk kaldı-Çocuk kaldı-Çocuk sıkıştıııı Şöferrrr- diye cıyak cıyak bağarır, Anne -yavrumm diye ağıta başlar, gençler kapıya 10 kaplan gücünde atlar, geri kalan vagon ahalisi Ayyy ay ay ayyyy diye senkronik sesler çıkarırdı. Sizi bilmem ama ben T.C. uygulamasını daha bi seviyorum. Öleceksem soğukluktan değil sevecenlikten, insanlıktan öleyim.
Paris postları devam edecek..
0 comments:
Post a Comment