This is default featured slide 1 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 2 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 3 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 4 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 5 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

Tuesday, April 30, 2013

Grinin Elli Tonu Tavuğa Bağlarsa...


Sinsi derecede zeki bir kitap uygulaması... Hahahaaa diye güne başlamak istiyorum... E.L. James'in çok satan kitabı Gri'nin Elli Tonu'nu almışlar ve esprili bir yemek kitabı versiyonu yapmışlar. Kitapta 50 farklı tavuk yemeği tarifi var. Kapağına da "Lezzetli olmaya mahkum 50 tavuk tarifi" diye yazmışlar. :)


Not: Geçenlerde spor salonunda iki kadını konuşurken duydum. Biri diğerine "- Şekerim şu ara sürekli okuyorum. Bana kitap dayanmıyor. En son Gri'nin Elli Tonu'nu bitirdim" diyordu. Diğeri  "- Ee nasıl?" diye sorunca,  "- Valla ilk kitap çok açık saçık çoookkk, ikincisi fena değil"  deyiverdi. Ben de düşündüm ister istemez. Şimdi dese ki "- ayy ben çok beğendim. Bir çırpıda okudum. Süper." Biliyor ki arkadaşı da okuyacak ve büyük ihtimalle "- bak sen şu bizim zilli Melahat'e !" diyecek. O yüzden beğendiğimiz kitabı bile iki sevişme sahnesi var diye gönül rahatlığıyla övemiyoruz. İlla ki bir şerh konulacak! Korkmayın yahu. İki sayfa okumak ile ahlaksız, seks bağımlısı olunmuyor. Asıl ahlaksızlık kadına kendi doğal kimliğini, kadınlığını unutturmaya, baskılamaya, doğanın dengesi bu diye kendini eksik hissettirmeye çalışan zihniyette.

(Bu arada ben kitabı henüz okumadım. Anita Blake serilerinden aşinayım olaya:)

Monday, April 29, 2013

Ben hasta mıyım doktor amca?


Böyle bir kar küresi için içim pır pır ediyorsa 10 üzerinden kaç numara hastayım ben dersiniz? :)

Sunday, April 28, 2013

Beşiktaş Pazarı: Şerbet'in Pazar Sevdası

Etrafımda 15-TL'ye aldığım elbiseye söven veya 5-TL'ye aldığım tişoya gıcık olan bir arkadaş kitlesi oluştu. Yakında bir nefret suçu kurbanı olabilirim. Köşe bucak girip hallaç pamuğu gibi sallıyorum her pazarı. Ayvalık dönüşü Evin Ana ekmeği diye yörenin ünlü bir ekmeğini almak için Burhaniye'ye girdiğimizde dahi -Aaa semt pazarı kurulmuş diye hemen alışveriş moduna giriverdim. Bende bu işler 2 saniyeye bakar :) Dolayısıyla her hafta kurulan pazarlar benim için vazgeçilmezdir. Orjinal ve ilginç şeyleri çoook ucuza bulabileceğiniz gezici sirklerdir buralar. Kendimi kaybedercesine dolaşırım. Sistematik olarak tezgahları tavaf ederim. Hiç acele etmem. O penyenin S'sini bulmak için tezgahlara dalıp çıkarım. (Kas yaptım yığınları devr-i daim etmekten, kas!) Beğendiğim bir şey haftaya gelirse diye pazaracının gerekirse telefon numarasını alırım. Affetmem!

Üniversitede okurken en sevdiğim yer Kadıköy-Salı Pazarı iken, taşındığından beri Beşiktaş Pazarı'na dadandım. Ayda bir uğrayıp dolanıyorum. Bir gördüğümü bir daha bulamayacak olmanın verdiği bir dinamiklik var ya buralarda. İşte onu seviyorum.

Bu hafta Beşiktaş Pazarı'na uğradım yine. Bir sürü ciciler buldum. Onların resimlerini bir sonraki posta anca düzenlerim. Şimdilik bir iki nefeslik izlenimleri yazayım dedim.

Fosforlu ve iri plastik taşlı takılardan sürüsüyle bulabilirsiniz. Kocaman taşlar bana nedense çok cazip geliyor. Bugüne kadar bu tür renkli bir kolye takmışlığım yok. Limon sarısı bir kazağın üstünde parlament mavi güzel olabilir. (Araba almadan lastik almaya benzedi bu da. Önce kolyeyi al sonra ona uyan bir kazak bul!) (20-30-TL)

Spor sezonu baharın gelmesiyle tavan yaptı. Atletler, fitness taytları patladı haliyle. Milli takımdaymışım gibi her gittiğimde bir spor giyim malzemesi alıyorum.
(10-TL)
Vintage desenli t-shirtler ve baskılı yastıklar.. (10-15-TL)

Artık 3 adım kuralım var. Birşeyi görüp beğendiğimde ilk iş soruyorum kendime -Buna gerçekten ihtiyacım var mı? İkinci adım - Bu paraya değer mi? Üçüncüsü ve en zoru ise ilk iki sorunun cevabı 'hayır' ise olay yerinden uzaklaşmak.

En sonunda kendimi ödüllendirip Beşiktaş Pazarı'nın karşındaki Cakehouse'da fesleğen soslu bir tost söylüyorum. (Tatlılara plastikten yapılmış-yenilmez/süs- muamelesi yapıyorum çünkü yememem lazım!) Görev tamam!

Saturday, April 27, 2013

Cunda Tatili İzlenimleri

23 Nisan'da ufak bir kaçamak yapıp Ayvalık ve Cunda'ya gittim. Besin zehirlenmesini saymazsak fena da değildi hani. Yine de Alaçatı'dan şaşmayın derim. Alışveriş sevenler için alacak şeylerin azlığı beni huzursuz etti mesela! Ben de arkadaşımın tesislerinden zeytin ve zeytinyağı alarak hevesimi körelttim biraz.:P Instagram için doğa fotoları çektim :)

Cunda'nın eski taş evleri mehşur. Çoğu halen kullanılıyor. Kimisine ise böyle kilit vurulmuş (ama ne kilit!) Biz fotoğraf çekerken plastik leğenlerle temizlik yapan ablalar -ben ne derdindeyim sen nerdesin? der gibi bakıyordu.

Ayvalık Artur'da bir koy. Uçtaki teknenin sahibi köpeği ile gelmiş sahilde keyif yapıyordu. Golden deli gibi kuyruk sallayıp adamın etrafında dört dönüyordu. Köpekerli bu yüzden seviyorum işte. Mutlu oldular mı hemen paylaşırlar :)

Artur-Güvercin... 

Kene vardır belki burda all beni burdannnn! diyorum ama kime diyorummm!

Kahvaltı :) 

 Cunda sokakları..
Cunda Balıkçısı'nda sıcak sebzeyi mutlaka deneyin.

Allahtan ben resim çekerken pek kıpraşmadı..

Bu resim çekilirken ise deneklerim bol bol hareket halindeydi :)

Friday, April 26, 2013

Tuvale Peçete Dekupajı - DIY

Antin kuntin işlerle tekrar merhaba! Anladım ki şu hayatta 3 büyük sorumluluk var. İlki çocuk yapmak, ikincisi hayvan sahibi olmak, üçüncüsü blog yazmak. Ben bunların sadece sonuncusuna cesaret edebildim şimdilik. Benim kişiliğimin temel özelliklerinin başında detaya takık, inatçı, estetik düşkünü ve mükemmelliyetçi olmak var. Bu nedenle bir resim koyup altına edi büdü yazıp geçemiyorum. İllaki imlası düzgün olmalı, resimler orantılı, içerik tadında kalmalı. Böyle diye diye baktım ki post atamaz olmuşum. Güya beni özgürleştirecek, zincirlerimi kıracak bu blog kendi kendinin bekçisi olmuş.

Başlarım böyle işe.....

Yeni politikam daha kısa ama daha çok post yazmak. Bakalım bu beni nereye götürecek?

Bunu da belirttikten sonnra yakın zamanda yaptığım bir DIY projeyi paylaşayım hemen.


Malzemeler:

3-4 yaprak desenli peçete
İstenen boyda bir tuval
Transfer tutkalı
Kalın uçlu resim fırçası veya çeşitli fırçalar
Akrilik boya veya yağlıboya

Yapılışı:
  • Peçetelerin beyaz katları ayırın. Sadece desenli katları kalsın.
  • Tuvalin üzerine fırça yardımı ile transfer tutkalı sürün. Peçeteyi üzerine yapıştırın. Fırça ve elinizi kullanarak yüzeye mümkün oduğunca düz bir şekilde yapıştığından emin olun.
  • Bu işlemi tuvalin tamamı kaplanana kadar yapın. (Tutkal çok hızlı kuruyor. Sonuçlarını hemen görebilirsiniz)
  • Kuruyan tuvalin üzerine boya yardımı ile istediğiniz cümleyi yazın (veya dergilerden kestiğiniz resimlerle kolajlar da yapabilirsiniz.
Edgar Allan Poe'nun güzel bir cümlesini seçtim.  Özellikle özensiz bir el yazısı ile yazdım ki duvar yazısı gibi gözüksün. Aksın, dağılsın. Pek işe yaramadı sanki:)


Sonuç bu oldu. Üzerindeki cümlenin anlamı bile bu tuvali duvarda tutmaya yeter:)
"Gündüz düş kuran insanlar sadece geceleri rüya görenlerden kaçan pek çok şeyin farkındadır..."

Thursday, April 25, 2013

Cep Telefonu Resim Temizlemece

Benim gibi sürekli ama sürekli resim çeken biriyseniz cep telefonunuzun hali içler acısı olmalı! Ayları geçtim yıllanmış fotoğraflar. Ben bunu keser biçer instagram yaparım diye sakladığım acil durum kaynaklarım. Yok göz makyajı resmi, yemek tarifi, D&R'da çekilen siparişi verilecek kitap fotoğrafları... Saç rengimin tonlarını takip edebildiğim belgesel tadında resimler de cabası :) Artık makina yavaşlamaya başlayınca elden geçirmeye karar verdim. Hepsini telefon hafızasından laptopa aktardım (kopyalamadan temelli taşıma! benim için küçük çaplı bir kıyamet oluyor). Baktıkça abudik gubidik şeyler çıkıyor. Mesela..
Çay içerken böyle muzip bakarım...

Bu kitabı almaya karar vermişim mesela...

Yabancıları çekiyorum mesela... Otantik bir an yakalıycam elbet bir gün..

Mikemmel kırmızı ojeli parmaklarımı çekmişim mesela...

Bu güzelmiş de resmin kompozisyonu Instagram'a sığmadı diye bir köşede kalmış..:)

Bodrum'da food games yaparken mesela.. 

Paris bit pazarı ganimetlerini yerleştirirken..

 Beşiktaş Pazarı ziyaretlerinden...

DIY fikir arayışları için...


Peçeteyi yanlışlıkla  yakıvermişim... Maşallah söndürmek için de hiç acele etmemişim.


Ofis neşesi mesela..

Bu da köpüş neşesi :)

Wednesday, April 24, 2013

Samsung Galaxy S4'ün S3'den farkı ne?

Samsung S3'den sonra iphone'a bir daha dönüp bakmadım. Bakanları da anlamıyorum. Bir mp3'ü telefonunuza yüklemek için dahi havaalanında pasaport konrtolüne girmiş gibi sizi uğraştıran bir sistemi sevmem mümkün değil. Dolayısıyla Samsung'un yeni kalesi S4'ün Broadway müzikali tadındaki tanıtımı hoşuma gitti. (Bu arada Samsung da sütten çıkmış ak kaşık değil. Telefonun metal görünümlü çerçeveleri kolayca soyuluyor. Buna rağmen bu yazıyı yazıyorum)

Yeni S4'ün 13 MP kamerası, daha hızlı işlemcisi, daha iyi bir çöüzünürlüğü, eldivenle bile komut verebildiğiniz ekranı, uzaktan kumanda  veya spor yaparken adım ölçer olarak kullanabileceğiniz appleri, 9 dilde çeviri yapan programı, göz hareketlerinizle dokunmadan çevrilen sayfaları var. (S4'de bulunan Smart Scroll, Smart Pause ve Air Gesture isimli yeni özelliklerin gücelleme yoluyla S3'e eklenmesi de gündemdeymiş.)
Aslında hayranları S4'den daha farklı bir tasarım bekliyordu. Samsung ise daha güvenli sularda yüzmeyi tercih etmiş olacak ki telefonun görselinde bir değişiklik yapmamış. Şimdilik genel kanı fotoğraf çekme özelliği sizin için çok hayati değilse S3'ünüzü değiştirmek için acele etmeyin şeklinde. S4''ün fiyatı Türkiye'de 1.999-TL(16 GB). Amerika'da telefon şirketleri 2 yıllık kontrat karşılığı 250$ talep ediyor. Hatsız fiyatlar ise Amerikada'da 579$, Avrupa'da 650 Euro.

Pekiiii bu telefonların gerçekte maliyetleri ne kadar biliyor musunuz? :)

S3'ün 213$... S4'ün ise 244$. Bunu 2.000TL'ye satan Turkcell'i gıdısından öpmek lazım herhalde:P

Yurtdışına giden bir tanıdığınız varsa alıp, kendinizi kontrat çıkmazından kurtarmanızı şiddetle öneririm. Şimdilik ben S3'üme sarılmaya devam edeceğim. Bu arada S4, Iphone'un öcüsü olmaya devam edecek gibi görünüyor. Parçala bobi! :)

Thursday, April 11, 2013

Bütün kızlar Caffe Nero'da Toplanmış..:(



Londra Tate Modern'deki Lichtenstein sergisine sponsor olan Caffe Nero'dan inanılmaz şık ve ağzımın sularını akıtan bir hamle geldi.. Karton kahve bardaklarına bu dilberberi koymuşlar! Sarı siyah zemin üzerindeki mavi kırmızı küçünk puantiyelerine hastayım!!! :)

Instagram'da resimlerini görüp koşa koşa bir Caffe Nero bulmam ve hayal kırıklığına uğramam kaçınılmaz oldu. Çünkü Türkiye'ye gelmemiş. Sadece yutdışında var... Londra yakınlarında olan varsa kapsın benim için birer tane...:)

Hatırlayanınız vardır belki ben bu bayanların kumaş boyama broşlarını yapıyordum. Şu aralar pek vakit bulamıyorum maalesef.


Monday, April 8, 2013

New Girl ile Tedavi Olmak


"New Girl" kelimenin tam anlamıyla harika ötesi bir dizi. Bir haftada oturup tüm bölümlerini izleyiverdim (42 bölüm). Bölüm başı 24 dk falan olduğu için bir oturuşta 6 bölüm izleyebiliyor insan :) İzledikçe ağız dolusu güldüm.. Resmen gün bitse de eve gidip bilgisayarımın başına geçsem dedim (Bu bana genelde Kore dizilerinde olan bir romantik komedi krizidir) Tatile çıkmış kadar kafayı temizledim desem yeridir.

Bilmeyenler için... Jess 30 yaşında, insanlar konusunda iyimser bir öğretmendir. 6 yıllık sevgilisinin kendisini aldattığını öğrenince kendine yeni bir ev arar ve yıllardır birbirlerini tanıyan 3 erkek ile ev arkadaşı oluverir. Hukuk fakültesinden terk barmen Nick, kendisini terkeden sevgilisi nedeniyle bunalımdadır. Schmidt gençliğindeki kilolarından kurtulduktan sonra tam bir çapkın olmuş, temizlik ve düzen hastası, arkadaşlarına aşkla bağlı bir plaza adamıdır. Winston ise bir süre Letonya'da basketbol oynadıktan sonra yurda dönmüş, basketbol dışında hayatta kalmak için bir yeteneği olup olmadığını sorgulayan bir adamdır. Kısa sürede aile gibi olan bu dörtlü, başta kız tavlamak, okyanustan melek balığı yakalamak, kötü niyetli eski sevgiliyi defetmek, düğünde kendisini telefon kulübesine kapatan sarhoş ev arkadaşını dışarı çıkmaya ikna etmek gibi konularda birbirine destek olurken havada romantizm, aşk , seks ve arkadaşlık da uçuşmaya başlar..

Bu arada Schmidt'e tam anlamıyla hasta oldum. Anca O bir striptizciye -hayır öyle değil böyle yapılır! diye işini öğretmeye kalkar veya panik bir anda şakk! diye düşer bayılır :)