This is default featured slide 1 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 2 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 3 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 4 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

This is default featured slide 5 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.

Sunday, November 27, 2011

Kendimi iğnelemek için post atmaktan başka çarem kalmadı...


Kilo aldım. Her zamanki kilonuzdan 5 tane verip, sonra 5 tane geri alıp üstüne de 1-2 eklerseniz kendimi nasıl hissettiği anlarsınız. Şu kemiklerimizin üzerine yapışan et parçaları aslında ne kadar önemli. Fazlası insanı şekilden şekile sokup  nasıl da deforme hissettiriyor kendini... Sürekli-her zaman yiyen-kemiren veya yemeyi düşünen-planlayan biri oldum çıktım. Yine mi bir şey yedin diye soranlara dürüst bir cevap vermeye utanıyorum artık.. Sürekli plan yapıp bozuyorum. İş çıkışı şirketin spor salonuna gitmeler, ayaz mayaz dinlemeden sahilde ritimli yürüyüşler, havuç kemirmeler, akşam 8'den sonra mutfağa girmemeler falan..


Yalan oluyor...(Şu an bile elimde annemin mercimekli böreklerinden var. Az önce Bayeye yanıma geldi-Tam 15 sn önce- Aaaa  sen de sürekli yiyosun amaaa! dedi- Anne dedim, tam şu anda bununla ilgli bir post atıyorum- Durum ciddi derken bana inamıyorsanız anneme inanın bari :)

Etrafıma bakıyorum da hiçbir kadın şeklinden memnun değil. En zayıfı bile bir tarafını sıkıp "-yaa işte bende de bu var. Kurtulamıyorum bundan!" diyecek birşey buluyor. Siz ve odadaki diğerleri göremese de o fazlalığı, Edgar Ellan Poe'nun Ticking Heart hikayesindeki gibi, duvarların arkasından gelen o kedi sesi, sadece tek bir kişiyi çıldırtıyor.

Kadın olmak güzel olmaya yetmiyor.. Her sinemaya gidişimizde veya TV'yi açtığımızda gördüğümüz pırasa sapı, silikonlu güzellere bakıp hem onlara güzellik kavramını zorlaştırıp basitleştirdikleri için kızıyoruz hem de ilk fırsatta gidip buramı bastıran korse, yediğimi mideme gitmeden boğazımda yokeden bilmemne hapı, uyurken beni 3 beden inceltecek bir dilek ağacı var mı diye aranıyoruz.
Bir yandan kilolu insanlara eşit davranılması gerektiğini savunuyoruz, diğer yandan da uçakta servis yapan kilolu bir hostes veya leopar desenli tayt giymiş iriyarı birine rastlarsak  "-Yuh ama bu kiloyla da bu meslek yapılır mı- bu kıyafet giyilir mi?!" diyoruz. Çok acıklı...

Bu işin fantastik bir formülü olsa keşke...
  • Haftada 3 gün körlere kitap okuyarak,
  • Yaşlı ve çocukları kalabalık caddelerde karşıdan karşıya geçirerek,
  • Eski kıyafetlerini ihtiyacı olanlara dağıtarak,
  • Yol soranlara canla başla tarif ederek,
  • 100-TL'lik banknotları hemen 3 tane 20'lik, 4 tane 10'luk yaparak
kilo verebilir olsa keşke insan :) İyilik ölçen kilo tahliye merkezleri/makinaları olsa mesela sokaklarda (akbil dolum merkezleri gibi). Yaptığınız iyilik tutarı ve cinsini bilekliğinizdeki digital veri toplayıcısından okuyan makine, bir hesap yapıp vücudunuzdan çekip alınacak yağ miktarını belirlese...

Sistem X-Y tarihleri arasında 2.2 kg'luk iyilik yaptığınızı tespit etmiştir. Yağ çekimi yapmak istiyor musunuz?

Hayır        EvetX

Fiş istiyor musunuz?

HayırX       Evet

Lütfen işlem merkezine giriş yapınız. Merkezimiz tahliye işlemi için sizden ücret tahsil etmeyecektir !

Bu teknoloji gerçek hayata uyarlanana kadar benim yaptığımı yapmak isteyebilirsiniz. Bir polar bulup ona sıkı sıkı sarılın...Yumuşacık tüylerini okşayın. Bu soğuk günlerde kemiklerinizi onunla ısıtın, temiz ve güzel kokusunu burnunuza çekin ve DVD'nizi izleyip aslında o an vücudunuzda parti yapan onlarca kaloriyi unutun...

Hayat hiçbir şeyi akıllı ve terbiyeli bir köpecik gibi getirip ayakucunuza bırakmaz...Güzel şeyler, bazen çığ gibi üzerinize düşer ve geldiği gibi gider. Bazen de sessizce gelip sinemada, 15 dk ihtiyaç molasından döndüğünüzde koltuğunuzda oturur bulduğunuz güzel-yakışıklı-gizemli bir yabancı gibidir. Görmek için biraz gayretli olun sadece..

Bu tür şeylerin sizin de başınıza gelebileceğine inanın... Bunlara alışmaktan da korkmayın... :)

Şimdi artık motivasyon amaçlı bu post ile kendimi iğnelemeyi de tamamladığıma göre yarın spora gidebilirim.

Giderim dimi O_o

Tuesday, November 22, 2011

Sabah Cıvıldaması... Son Durum...


Sabah kalktığımda bol sisli, Wuthering Heights tadında bir manzara ile karşılaştım... Ağaçlar "-Aslında hiçbirşey göründüğü gibi değil, biraz motivasyonla doğru açıdan bakarsan hayat oldukça sihirli bir yer" der gibi sessiz ve bilgeydi. Uykudan uyanır uyanmaz çıplak ayaklarla pencereyi açıp bu resmi çekmemin sebebi de bu oldu zaten.

1 hafta aldı ama iyileştim sayılır. İyileşmemde bu evcil kedilerin de payı büyük. Çok seviyorum kendilerini ...


Her sabah mis gibi bir nescafe ile güne başlayıp kilo verme planları yapıyorum... Pek bir gezesim var. Bir sürü seyahat dergisi aldım geçen gün. Uzun süredir otel olarak kullanılan eski dönem şatolarına bakıyorum. Sisli bir ormanda harika bir şatoda uyanıp resepsiyona sabahın köründe -acaba otelinizde şöyle yaşlı ve saygıdeğer bir hayalet var mı acaba? diye sormak istiyorum...


O da olmazsa, sıcaklarla beraber kitabımı okuyup, nazlı nazlı köpük çay bardağını kemirebileceğim bir deniz kıyısı bulurum.  Gördüğünüz üzere sabahları çok orjinal fikirlerle dolup taşıyor dimağım :)

Akşam evi toplarken çamaşır makinasının üzerindeki el kremini parmağıma sıkıp ağzıma attığımı düşünürsek benim bünye'de bir sızıntı olduğunu düşünmek için makul sebeplerim var. ^_^

Bir de gerçeğinin yerini tutmaz ama bu polar bear benim olsa... Akşamları uykuya geçiş esnasında benimle sohbet etse, masal anlatsa... Bir kız daha ne ister...

Tuesday, November 15, 2011

Me, Myself ve İreme

Hasta oldum ben. Ateş, şişmiş boğaz...Günde 3 saat sesim hiç çıkmıyor. Çıkan zamanlarda da bana benzemiyor. Kafam kazan gibi. Yataktan kalkınca deli gibi dönüp, iki elimle tutup sabitleyinceye kadar zonkluyor. Reçel kavanozunun kapağını bile açamıyorum. Vücudum artık gevşemiş bir paket lastiği kıvamında. Annemlere taşındım. Koridor hatırladığımdan uzunmuş. Omuzlarım duvarlara çarpmadan mutfağa gitmeyi henüz başaramadım.

İçim dışım ayrı ayrı acırken dünyevi şeyler de önemini kaybediyor yavaş yavaş... Kendi kendime kalınca baya baya düşüncelerimde boğuldum kaldım. Kafama takılan konuşmaları tekrar gözden geçirdim. Başarılı dialoglarım için kendime kırmızı kurdele verdim. Vasat olanlar için kınadım. Haydaa bu da ne dediklerim için de kürek cezasına çarptırdım kendimi. Bir o kadar da güzel şeyler düşündüm. Güzel anılarımdan yola çıkıp daha güzellerini hayal ettim...

Beslenmeme dikkat etmeye çalışıyorum. Bol bol bal ve yumuk bana iyi geliyor :)

Postunuza sarınıp kor'u sıcak tutun. Benim gibi keyfiniz yerinde olsun ama benim gibi hasta olmayın...

Sunday, November 6, 2011

Gluk Gluk. Bi Gluk daha...


İçiyorsam bir sebebi var... Bitter çukulatadan kendime sebep yaptım... Gerisi yalan...

Tuesday, November 1, 2011

Chuck Norris Çocukluğumu Nasıl Mahvetti....

Ben küçükken evde Bayeye Sultan'ın bazı aşılmaz-geçilmez kuralları vardı. Mesela kardeşle zorla karşılıklı yataklarda öğle uykusuna yatırılırdık. Uyumadan kalkmak yok! Tabaktaki yemek bitmeden kalkmak yok! Mutfağın en gözde tatlısı bisküvi gatosundan bir takvim günü içinde sadece 1 dilim yememize izin vardı (çünkü ben bir gün 3-5 dilim yedikten sonra kabarıp alerji olmuştum. Annem sağolsun bu hatayı bana tekrarlatmadı), düdüklü pastası yapılırken tencerede hazırlanan çikolata sosuna tereyağı ve limon kabuğu rendesi eklenir, pastanın katmanlarına bolca sürülür, ancak ve ancak ondan sonra tencerenin içine kafamızı resmen sokarak çikolatayı sıyırmamıza izin verilirdi. Hal böyleyken arada biraz şımartıldığımız da olurdu tabi... Hiç unutmam bir gün düşüp kolumu kırdım. O akşam bileğimde alçı ama tabağımda 2 dilim bisküvi gatosu vardı. Mutlu ben :)


Üşendiğim işlerin başını sağa sola dağılmış oyuncakları sepete toplamak gelirdi. Sıkıla somurta toplarken işi daha eğlenceli kılmak için kendimce bir oyun icat etmiştim. O zaman deli gibi VHS videoda izlediğimiz Chuck Norris'in Delta Force diye bir filmi vardı. Chuck Amca hep esir düşmüş askerleri abuk subuk ülkelerin hapishanelerinden kurtarır, bu sırada bir sürü ass kickler, ama terzi kendi söküğünü dikemez misali, uçağa veya helikoptere hep son anda, tekerlerin pistten havalandığı son saniyede yetişirdi.  Ben boğazım kurumuş bir şekilde hadihadihadihadi diye diye streslere batıp çıkar, başardığında ise derin bir ohh çekerdim... Bu senaryoyu oyucak sepetine uyarladığımda etrafa dağılmış ouyuncaklar esir düşmüş askerler, oyuncak sepeti askeri uçak, ben de Chuck Norris olurdum :p (Tuhaf çocuktum ben)


Oyun dediğin şey eğlenceli olur ama zamanla baktım ki ben odanın içinde dört dönüyorum. Sürekli zamanla yarışıyorum. Hep geride birilerini unutuyorum! O yaştaki çocuk stres yönetimi nedir nereden bilsin... O rüzgarı arkama aldığımdan beri iflah olmadım zaten. Bugün bile bir yere gecikemem, gecikene kaş kaldırırım, gecikme durumlarında başıma ağrılar girer. Uzatmaların oynandığı basketbol maçlarında koltuğun en tepesine tünerim...

Bu hikayenin özü şu: Bayeye biraz annedir bolca da Chuck Norristir. Plastik oyuncaklar yatağın altında unutulunca bunalıma girmezler. Çocuklar 2. dilim çikolatalı kek için kol bacak kırmaya başlamadan önce porsiyonlar zenginleştirilmelidir !

Ve bu kız artık tatile gitmelidir. Yoksa içindeki Chuck Norris kendini Chucky zannetmeye başlayabilir ! (^.^)/